halde

Betekenis

locative singular of hal

Sinne

Hiçbiri bunlara cevap verecek halde değildi.

None of them were in a position to answer them.

Bedri ilk günlerde buna fena halde kızdı.

Bedri was very angry at this in the early days.

İstanbul hasreti beni fena halde sardı.

Istanbul longing enveloped me badly.

Buna inanmıyordum; şu halde neydi bütün bu sözlerin manası ?

I didn't believe it; so what was the meaning of all these words?

Ve senden yüz kat akıllı ve usta adamlar anlattıkları halde , gene beni kandıramıyorlar.

And even though a hundred times smarter and more skillful men than you tell me, they still can't fool me.

Elektriği yaktığı halde uyanmamıştı.

He had not woken up even though he had turned on the electricity.

Aynı sayfayı iki defa okuduğu halde neden bahsettiğini anlamamıştı.

Although he had read the same page twice, he did not understand what he was talking about.

Görüyorum ki , başka yollardan gittiğimiz halde ikimiz de aynı neticeye varmışız.

I see that we have come to the same conclusion even though we have gone other ways.